30 Ağustos 2010

The Return


It is a wise child that knows his own father.
Homer
It is a wise father that knows his own child.
William Shakespeare

The Return (Dönüş), Rus yönetmen Andrei Zvyagintsev’in Tarkovski’den miras kalan titiz biçimciliği dozunda bırakmayı seçtiği, Kuzey Avrupa Sineması’nın plastikle kurduğu ilişkiyi bir üslup çalışmasına vardırdığı, ancak bunların yanı sıra izleyiciyi sıkmamak için zaman zaman Amerikan Sineması’nın klişe diyalog kurma formasyonuna yenik düştüğü başarılı bir film. Bunların yanı sıra, Venedik’ten Altın Aslan’la dönen, sonrasında da BBC’nin dünya genelinde yaptığı yılın en iyi filmi anketinde Nuri Bilge Ceylan'ın 'Uzak', Pedro Almodovar'ın 'Bad Education', Zhang Yimou'nun 'Hero', Walter Salles'in 'The Motorcycle Diaries' ve Takeshi Kitano'nun 'Zatoichi' filmlerinin içinden sıyrılarak en iyi film seçilmiş, izlerken ve daha sonra üzerine kafa yorarken verilen bu ödüllerin kesinlikle boşuna olmadığını düşündüğünüz önemli bir ilk film.

Ivan, hayli yüksek bir atlama kulesinden göle atlamaya cesaret edemediği için abisi ve arkadaşları tarafından küçük görülür. Tüm arkadaşlarının geçtiği bu cesaret ve olgunluk sınavını verememiş ve karşılığında adı “korkak”a çıkmıştır. Abisi Andrey tarafından da küçük görülen Ivan bunu onuruna yediremez, abisiyle tartışır, kavga eder. Enfes bir kovalamaca sekansı sonunda nefes nefese geldikleri evde onları acı bir sürpriz beklemektedir. Tam on iki yıldır kayıplarda olan, karısının artık yüzünü unuttuğu, oğullarının ise hiç bilmediği, gelen adamın babaları olup olmadığından emin olmak yıllar önce çekilmiş eski bir fotoğrafa bakma gereksinimi duydukları babaları, yıllar sonra birden geri dönmüştür. Sadece dönmekle kalmamış, ertesi gün oğullarını yanına alıp birkaç günlüğüne balık tutmaya gitmek istemektedir. Beyazperdede yalnızca baba ve iki oğlun olduğu, tuhaf, sıkıntılı, gerilim dozu her daim şırınganın üst sınırında bir film Dönüş.


Sinema tarihinin en tuhaf, en ketum, en çetrefil ve en gizemli karakterleri arasında yerini alacağını düşündüğüm ‘baba’ her iki oğluna da en başından itibaren tahammülü zor bir baskı uygular. Bu baskı, ve otoriter tutum giderek şiddete ve karşılıklı bir çatışmaya dönüşür. Örneğin, 12 yıldır görmediği çocuklarının kendisiyle konuşurken mutlaka ‘baba’ kelimesini zikretmelerini şart koşar. Bu kurala uy(a)madığı için son derece zalimce davranır çocuklarına, özellikle de asi ve duygusal Ivan’a.
Aslında baba, 12 yıldır görmediği ve dolayısıyla anne egemen bir aile ortamı içinde (anne ve anneannenin çevirdiği bir aile) yeterince olgunlaşmadıklarını, büyümediklerini, toplumsallaşmadıklarını düşündüğü çocuklarını tüm kurallarını kendi koyduğu bir olgunluk sınavına sokar. Bu bir-iki günlüğüne çıkılan ama bir haftaya varan, kendilerinden başka kimsenin olmadığı, zorlu doğa koşulları içinde geçen, sözde ‘balık avı gezisi’ne çıkılma sebebi budur baba için. Bir nevi erkekçe yaşayabilme kampıdır bu. Bakalım yüzlerini dahi görmediği çocukları onun yokluğunda adam(!) olabilmişler midir? Issız adaya vardıkları yol boyunca her iki oğluna da karşı karşıya geldikleri durumlarda yapmaları gerekenleri, takınmaları gereken tavırları, kendi kurallarıyla ve öğretici olmaktan son derece uzak sert üslubuyla dikte eder. Örneğin, oğullarını döverek paralarını çalan çocuğa olay anında müdahale edebileceği halde, çocuklarının öteki çocuğa karşı kendilerini nasıl savunacaklarını görebilmek için karışmaz ve sadece restoranın jaluzileri ardından izlemekle yetinir çocuklarını. Olay esnasında pasif kalan baba, restorandan çıkıp arabasına atlar ve paralarını çalan çocuğu yakalayarak kendi çocuklarının huzuruna getirir. Çocuklarından ona vurmalarını, kendilerine yaptığını şimdi ona yapmalarını ister. Ancak, çocuklar bir tokat bile atmayı beceremez. Baba da, korkaklıkla suçlar çocuklarını, yahut kendi içsel lügatında, olmamışlıkla! Yine bir başka sahnede kamp kurdukları yerde daha fazla kalıp, balık tutma arzusunu defalarca dillendiren ve babasını usandıran Ivan, tahammülsüz babası tarafından arabadan kovulur, yolun ortasında terk edilir öylece. Aradan saatler geçer, damacanadan boşanırcasına yağan yağmurun altında sırılsıklam olduktan ve hak ettiği cezayı çektikten sonra babası geri döner ve Ivan’ı tekrar arabaya alır. En ufak bir pişmanlık belirtisi bile belirmez babanın yüzünde. Bu cezayı hak etmiştir Ivan. Buna benzer inatlarını sürdürürse, verdiği direktiflere uymazsa bundan çok daha sert cezalar kapıdadır.


Saat ve zaman kavramları da ayrıca önemlidir baba için. Zaman, dakiklik, saate riayet toplumsal yaşamın olmazsa olmaz kurallarıdır. İnsan, dilimlenmiş, parçalara bölünmüş, kendisi için mekanize edilmiş zamanı, kuralları, çizdiği sınırları unutup kafasına buyruk yaşayamaz . Yolculukları sırasında mola verdikleri restoranda baba, oğulları yemek yerken saat tutar, ve yemeklerini çabuk bitirmeleri gerektiğini söyler. Adadaki sekansta ise çocuklar bir saat sonra dönmek üzere kayıkla açılırlar. Baba, işini sağlama almak için Andrey’e bir de kol saati verir. Ancak çocuklar kayıkla gezerken büyük bir batık gemi bulurlar, asla ket vurulamaz bu keşfetme güdüsü ve doğayla iç içe zaman geçirebilme arzusu nedeniyle babalarına söz verdikleri saatti epeyce aşarlar. Baba, oğullarını geç kaldıkları, döneceklerini söylediği saati aştıkları için azarlar ve döver (Bu noktada, babanın Bergson düşüncesinden ne kertede uzak olduğu da düşünülebilir). Bu yöntem, babanın çocuklarını otoriter güçle tanıştırma metodudur ve bildiği tek gramer budur. 12 yıl önce kendilerini terk ettiği, babasız bıraktığı, yüzlerini bile görmediği çocukları kendisine ne olursa olsun ‘baba’ diyecek, istemedikleri halde önlerindeki yemeği bitirecek, sözünden dışarı katiyen çıkmayacak, çıkarsa olası tüm sonuçlara hazır olacak, yeri geldiğinde şiddete katlanacak, bu sevgisiz, buzlaşmış ilişkide ne olursa olsun ‘baba’ya hürmet eksik edilmeyecektir. Film sahip olduğu, ve izleyeni peliküle mıhlayan akışkanlığını, ve dramatik ivmesini, anne egemen, huzurlu, mutlu, barışçıl, evcimen bir hayattan, babanın dönüşüyle otoriter, kısıtlandırıcı, kural koyucu gücün ve tek iktidar söyleminin baskı ve şiddet olduğu, babanın puslu perspektifinden bakacak olursak çok gerekli bir toplumsallaşma sürecinin yaşandığı bu kimi zaman üç kimi zaman iki kutuplu psikolojik gerilime dönüşmesiyle kazanır.

Tam da bu noktada karakterlere kısaca değinmenin gerekliliğini görüyorum. Baba, daha önceden de söylediğim gibi ketum, sert, otoriter, gizemli, dengesiz, psikopatolojik rahatsızlıkları olan, sinirli, saldırgan bir figür olarak resmedilir. Baba, yaşayan, soluk alıp veren, etten kemikten bir karakter olduğu gibi toplumsal bir figür, otoritenin ve iktidarın vücut bulmuş halidir aynı zamanda. Bir yokluktan gelmiş bir yokluğa gitmiştir. Bu açıdan bakılırsa, bir hayalettir aslında. Ne başı vardır ne sonu. Niçin’i, ne zaman’ı, nasıl’ı olmayan bir muammadır. Oğullarının hayatında belirleyici bir dönüm noktası olması için tanrı tarafından birkaç günlüğüne gönderilmiştir sanki.

Andrey (abi), Ivan’a göre daha uyumlu, babanın kuşatıcı tutumunu daha fazla sindirmiş, otoriteyi görece kabullenmiş, daha olgun, sınıra dayanmadıkça tepki vermekte güçlük çeken bir çocuktur. Babanın bunca yıllık yokluğu onu Ivan kadar rahatsız etmez. Ivan kadar şüpheci değildir. Film boyunca gözlenen bu edilgen karakter yapısının sebebi belki de babaya karşı gösterilecek olası bir tepkinin sonucundan duyulan korkudur. Tepki göstermesi muhtemel görünen birçok yerde tepkisini içine atar Andrey, pek de farkında olmadan.

Ivan ise abisine göre daha sorgulayıcı, daha delişmen, babanın otoriter gücünü reddeden, hatta onun babası olduğundan bile kuşku duyan, asi, anne bağımlı, tüm bunların ışığında toplumsallaşmayı reddeden, ayna evresinden simgesel döneme henüz ayağını uzatamamış –ki babanı yokluğudur bu süreci uzatan-bir çocuktur. Yine babanın yokluğudur ki, Ivan’da sağlam bir üst benlik gelişmemiş ve toplumun ahlaki normlarını henüz yeterince içselleştirememiştir. Filmin başında korkusu yüzünden kuleden atlayamayan, henüz ağabeyleri ve arkadaşları kadar büyüyemeyen, daha sevimsiz bir tabirle rüştünü ispatlayamayan İvan’ı ‘anne’si kurtarır. Filmin ilk sekansında atlama kulesinde mahsur kalan Ivan’ı annesi kurtarır, Meryem’in kucağındaki Pieta gibi merhametle kucaklanır annesi tarafından. Anne, toplumsallaşmanın henüz gerçekleşmediği, çocuğun kendini özdeşleşim kurduğu annenin bir uzantısı olarak gördüğü imgesel dönemin şefkat dolu figürüdür. Ivan, yıllar önce çıkması gerektiği bu dönemden henüz tam anlamıyla kendini alamamış, “özne”leşememiştir. Ya da şöyle söyleyelim, Ivan’ın babanın yokluğunda var ettiği birey-özne, babanın yıllar önce Oedipal süreçte kurması gereken birey-özne ile çatışır.

Babanın, çocuklarının hayatına kısa bir süreliğine girmesine rağmen, üzerlerinde yaşattığı değişimler de dikkat çekicidir. Film boyunca, zor tepki veren, babaya karşı hürmette kusur etmeyen, az konuşan Andrey adada yediği tokattan sonra artık zıvanadan çıkar. Filmin başında atlama kulesinden atlayamayan ve sonrasında kendi başına inmeyi bile beceremeyen Ivan, filmin sonunda koşarak ve hiç tereddüt etmeden çıktığı atlama kulesinden atlamakla tehdit eder babasını. Daha bir hafta öncesinde arkadaşları ve abisi tarafından korkaklıkla suçlanan Ivan, şimdi son derece cesur ve gözüpek bir kararla babasına karşı gelmektedir. Babayla geçen bir haftalık süre Ivan’a olumsuz bir deneyim sonucunda olsa da yaramış, babaya karşı girdiği mücadele ona cesaret kazandırmış, görece özneleşmiştir. Şurası kesin ki, artık abisinden daha “erkek” olduğu bir gerçektir.

Film, ilk sahnesinden en son sahnesine kadar ucu açık sorular bırakarak izleyiciyi çok bilinmeyenli, psikolojik atardamarlı gerilimin içinde gezindirir. Baba, yıllar önce niye, nereye gitmiştir, gerçekten pilot mudur, onca yıl niçin bir kez olsun çocuklarını, eşini arayıp sormamıştır, daha önemlisi şimdi niye dönmüştür pat diye, neyin peşindedir, döndüğünün ertesi günü konuşulacak, yıllardır görmediği karısıyla paylaşacak onca şey varken, eşini bırakıp yanına sadece çocuklarını alarak günlerce doğayla baş başa kalmayı niçin istemiştir, vardıkları adada ne vardır, adadaki viran evin içindeki toprağı kazıp çıkardığı kutu da neyin nesidir…Bu soruların hiçbirinin net bir karşılığını bulamayız film boyunca. Film bizi çeşitli bilinmeyenlerin arasında dolaştırdıktan sonra yanıtsız bir şekilde bir köşeye bırakır.

Zvyagintsev, yazının başında andığımız Tarkovski’ye zaman zaman göz kırpmış olsa bile, planlarını onun kadar uzun kurmamış, onun imgesel evreninin yapı taşlarına fazlaca el sürmemiş ve onun kadar gizemci olmama yolunu seçmiştir. Aradaki ilişki, gerçeğin dolaylı yoldan anlatımındaki başarı, kusursuz çekim açıları, plastik yetkinlik ve Tarkovski’nin ilk uzun metrajında kullandığı çocukla Dönüş’teki çocuğun isimlerinin (Ivan) aynı olmasıdır. Zvyagintsev, anlamın dolaylı yoldan aktarılması ile ilişkin olarak şöyle düşünmektedir: “İnsan kutsal ve derin anlamları açıkça dile getirmemeli, çünkü biz bunlar hakkında gevelemeye başladığımız anda, bütün büyü ve kutsallık hemen uçup gidiyor. Gerçekten önemli olan şeyler dile dökülmemeli, îmâ edilmeli. Ben de filmimde bunu yapmaya çalıştım.”


“Baba” figürü edebiyata ve sinemaya defalarca kez malzeme olmuştur. Kimi zaman sulugözlü bir olumlamayla taçlandırılan, kimi zaman da şüpheci ve karanlık bir olumsuzlamayla ters yüz edilen baba imajı sinemada birçok yapıtta farklı şekilde ele alınmıştır. Padre Padrone’de Marksist ve Brechtyen temeller üzerinden aşağılanan “baba”; Szabo’nun “Baba”sında düşle gerçeğin iç içe geçtiği bir arayışla olumlanır. Dönüş ise, babaya karşı yumruğunu Freudyen okumalar üzerinden vurmayı denemiştir. Sonuçta, yumruk sert atılmıştır, tepki kesindir, acı silinmemek üzere belleğe kazınmıştır, ancak baba, neticede babadır. Baba yoktur, baba “yok”tur.

1 yorum:

  1. babaya,isa ya da tanrı olarak bakılınca taşlar biraz daha yerine oturuyor

    YanıtlaSil