30 Ağustos 2010

İtalya'ya Yolculuk'da Kaynayan Ateş Üzerine


İtalya’da Yolculuk’da Kaynayan Ateş Üzerine bir Deneme

Herşey varlığını borçlu olduğu alevin sınıırdır ancak

Rodin



Küllerinden doğmak Phoenix ya da Kaknus’a bahşedilmiştir. Modern çağda yanmayı bile unutmuştur insanoğlu. Aklının kurbanı olan, ateşini yitirmiş insan soğumaya, katılaşmaya, yalnızlaşmaya mahkûmdur. Yitirilen içsel ateşe yeniden sahip olabilmek için ölüm imgesi, geçip giden zaman, tarihin keskin ve ezeli gözleri, kinik doğa bilinci ve kaotik toplumsal akıntı yol göstericidir. Her yangın bir kıvılcımın eseridir nihayetinde. O kıvılcım ki birden çıkar, en umulmaz mecalsizlik anında patlayıverir.

Bachelard, “Ateşin Psikanalizi’nde şöyle der: “Ateşin olayın ilk etmeni olduğunu kabul etmeli. Gerçekten de ancak görünüm değiştiren bir dünya karşısında bir olay dünyasından, bir görünümler dünyasından bahsedilebilir. Oysa aslında, yalnız ateşin yol açtığı değişimler derin, çarpıcı, çabuk, harikulade, kalıcı değişimlerdir… ateşin yaladığı bir şey insanların ağzında başka bir tat bırakır. Ateşin ışıklandırdığı bir şeyde silinmez bir renk kalır. Ateşin okşadığı, sevdiği, taptığı bir şey anılar edinmiş ve masumiyetini yitirmiştir. Ateşle her şey değişir. Her şeyin değişmesi istenince ateş çağrılır. İlk olay yalnızca boş saatte, yaşaması ve parıltısı içinde, temaşa edilen ateşin olayı değildir, ateşin yol açtığı olaydır” “İtalya’da Yolculuk”ta 8 yıl önce birden parlayan kıvılcım hayatın ayazına fazla dayanamamış, ateşe dönüşememiş, yangın olmayı aklına bile getirmemiş ve hemen soğuyup küle dönüşmüştür. Birbirine söyleyecek, söylemeye değecek tek bir sözü bile kalmamış olmanın buz tutmuş tarihidir geçen yıllar. 8 yıldır doğmamış bebek de bu buzlu ilişkinin kadersiz yavrusudur. Buzun erimesi süreci ilk kıvılcımın çakmasıyla başlayabilir ancak. O ilk kıvılcım da sonsuz uzaklıktaki bir fanusa hapsedilmiştir adeta.

Ateş saklıdır… Sıcak ve soğuk yoktur… Soğuk insanoğlunun tarihsel bir uydurmasıdır. Sıcak, daha az sıcak ve daha az sıcak vardır. Yeryüzünde var olan her şeyde ateş saklıdır. Kuzeyin Britanyası’ndan güneyin Napoli’sine geçince ısı artar. Yabancılaşma, yalnızlık, mutsuzluk ve iletişimsizlik deşifre edilir. Konuşulmayanlar konuşulur olur. Bir başlangıçtır bu hiçbir şey değilse bile. Yaşam kısadır ve Alex’in dediği gibi en iyi şekilde değerlendirmek gerekir. Ölüm, sokakları arşınlayan bir cenaze arabasında gösterir dehşetli yüzünü ya da artık yaşamayan bir uygarlığın esrarlı kalıntılarında, tanrı heykellerinde. Yaşamın gelip geçiciliği düşüncesi ısıyı arttırır. Alex’in dediği gibi kısadır yaşam. Bu yüzden belki Capri’ye gidip kadınlarla eğlenmek yitik bir uygarlığı keşfetmekten daha caziptir. Bu tercih ki, kıskançlık ve intikam duygularını da ortaya çıkarır, geçmişlerinde ortak bir şair arkadaşlarının yazdığı dizeleri hayranlıkla okur Katherine Alex’e. Alex, rahatsız olmuştur bu durumdan. Katherine’nin ona aşık olmadığını söylemesi bile rahatlatmaz Alex’i. İçini tam olarak neyin huzursuz ettiğini bilemez, ancak yine de gerçek bir duygularını göstermeme profesörü olduğu için kıskançlığını fazlaca belli etmez. Zaten, rahatsız olması için sebep bile yoktur yüzeyde. Ateş derinde saklıdır.

Isının kalbine çekilirler sonra bilinçsizce. Ateşin karşı konulmaz çekimine maruz kalırlar. Lavların yuttuğu bir hayalet şehirdir Pompei. Binlerce yıldır arkasına bakmadan ateş ve duman püskürten Vesuvio’nun eteklerinde dolaşırlar. Binlerce yıl önce lavların yutup dondurduğu, zamanın kör bir noktasında hareketsiz ve nefessiz bıraktığı iki insan bedeni çıkarılır topraktan gözlerinin önünde. Ne tesadüf ki, bedenlerden biri erkek öteki kadındır ve yan yana yükselmiştir ruhları bin yıl kadar önce. Geriye kalan, üzerlerinde yüzlerce yıl boyunca biriken toz toprak ve soğumuş lav tortusu silkelendiğinde ortaya çıkan kemikleşmiş, taşlaşmış iki bedendir. Öyle ya zaman kısadır ve kaçınılmaz son onlar için de geçerlidir. Kendi Vesuvio’larını çoktan yitirmiş, belki de hiç bulamamış, pasif haldeki Katherine ve Alex için içsel volkanlarının harekete geçmesi için bir başka gizli işarettir Pompei toprağı altında cansız yatan adam ve kadın bedeni. Boşanma kararını kesin olarak orada açıklar Alex. Isı ve ateş, onlar fark etmese de biraz daha yükselmiştir şimdi, özellikle Alex’i ne olursa olsun kaybetmek istemeyen Katherine için.

Şehirdeki yortu töreninde ayrılığın son cümleleri dökülür handiyse dudaklarından. Sokaklarda akıp giden gürültü, telaş ve kalabalık, insanın yek başınalığının, aczinin, zavallığının bir başka göstergesidir. Ayrılık kaçınılmazdır. O mahşeri kalabalığın içinde elleri kopar birbirinden . Katherine, tıpkı akıntıya kapılan bir yaprak gibi geri dönülmezcesine sürüklenir, kalabalığın içinde geri dönmek, kaybettiğini tekrar bulabilmek ne zordur. Kalabalığın içinde yalnız kalmak, yalnızlığın içinde yalnız kalmaktan daha acıdır Katherine için, ama özellikle o dakikaya kadar giderek artan, genleşen, kabaran, püsküren, şekilden şekle giren ısıya rağmen buz gibi kalabilmeyi başarmış ve son derece kararlı, soğukkanlı, umursamaz gözüken Alex için. Katherine olmadığı zaman, geriye kalacak olan bu kof kalabalıktır işte. Bu kahredici ve trajik farkındalık ile ilk kez bu kadar yakından karşı karşıya gelir Alex. Kalabalık şenliktir, devinimdir, hararettir, korkutucudur ve eyleme sevk edendir. Ve ısı, şimdi hiç olmadığı kadar yükseğe tırmanmıştır. Bireyin toplum karşısındaki, anlamsız, karşılığı olmayan, içsel mercekte net ve kayda değer bir görüntü bulamayan yığınlar karşısındaki trajik konumu Alex’in de yalnızlık korkusunu tetiklemiştir bu kez. Kendisi fark etmese de daha önce etraflıca bahsettiğimiz ısıyı arttıran tüm öteki imler bu son kopuşla birlikte zirveye tırmanır. Katherine’nin cephesinde ise söz konusu çaresizlik daha baştan kendini duyumsatır. Stromboli’de Etna’nın püsküren lavlarını, kaynayan, mutsuz, acı hayatını aşmaya çabalayan çaresiz Bergman, bu kez Vesuvio’nun çılgın ateşi karşısında teslim olmuştur. Bu teslimiyet ki onur ve gurura söz hakkı tanımaz.


Antonioni’nin pek çok filminin (Red Desert, Yolcu, L’Avventura, L’Eclisse, Il Grido…) arketipinin İtalya’da Yolculuk olduğunu söylesek kesinlikle abartılı bir yorum yapmış olmayız. Özellikle Gece’deki Lidia’nın Katherine’in, Giovanni’nin de Alex’in yer ve zaman değiştirmiş bir başka sureti olduğunu söylemek ne derece yanlış olur? Giovanni’den beklediği ilgiyi göremeyen umutsuz, hüzünlü ve melankolik Lidia, şehrin taşrasında, daha önce hiç ayak basmadığı mahallelerde amaçsızca gezinip kendini, yalnızlığını, yitik neşesini ararken, Katherine de Pompei’deki kalıntıları, eski şehri, tarihi eserleri saatlerce tavaf ederken yitik bir uygarlığın derisinde kendi iç gerçekliğini aramaz da ne yapar?
Rossellini’nin bu modern başyapıtı görücüye ilk çıktığında akıl almaz bir şekilde eleştirilmiş, aşağılanmış ve yerden yere vurulmuş, toplumcu, yeni-gerçekçi olarak bilinen Rossellini’nin nasıl bir cüretle böyle kişisel ve bireye, trajik bir aşk ilişkisine odaklanan bir filmi beyazperdeye taşıdığı sorgulanmıştır. Film, özellikle Amerika’da hiç hak etmediği bir şekilde yerilmiş, unutturulmaya ve önemsiz gösterilmeye çalışılmış, deyim yerindeyse sallandırılmıştır. Ya olmasalardı sinema, özellikle Avrupa Sineması ne halt ederdi diye düşünmeme sebep olan Cahiers du Cinema kalemşorları ve özellikle Godard, Truffaut ve Bertolucci gibi kimi ustalar ise filmi gerçek bir başyapıt olarak kabul etmiş, hakkında övgü dolu yazılar yazmışlar ve modern sinemanın zirvesine yerleştirmişlerdir.


Arketipsel ısısını yitirmiş, kendine ve topluma yabancılaşmış, her geçen gün daha fazla dibe vuran ve yalnızlaşan, kendine günübirlik, parlaması ve sönmesi bir olan suni ateşler yakan modern çağ insanının İtalya’da Yolculuk’a, ve Antonioni’den Godard’a, Cassavetes’ten Lelouch’a önünü açtığı pek çok yönetmen ve filme karşı olan ürkütücü ilgisizliği, bilgisizliği, acınası cehaleti ve duyarsızlığı insanlığın ve kültürün artık buzul çağına girdiğinin de en net göstergesidir. Bireyden topluma halka halka yayılan, aşktan kültüre, adaletten vicdana kadar pek çok alanda tüyleri diken diken eden bir hayat üşümesidir bu. Prometheus firardadır. İçine saklandığı kuyudan ne vakit çıkıp geleceğini kendisi de bilmemektedir. Kimsenin de onu arayacak mecali kalmamıştır ne yazık ki… Hayat soğur… İnsan üşür…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder