30 Ağustos 2010

Dead Man


Bırakın, Ah kederlerimle başbaşa bırakın beni;
Oturacak ve solup gideceğim burada,
Ta ki hiçbir şey olmayana dek bir ruhtan başka
Ve yitirene dek bu kilden şekli.

William Blake

Dead Man Amerikan Bağımsız Sineması’nın önde gelen yönetmenlerinden Jim Jarmusch’un 1995 yılı yapımlı filmi. Filmin Jarmusch filmografisinde kanımca ayrıcalıklı bir yer tutmasının nedeni türler arası ruhani bir yolculuk olmasının yanında, sahip olduğu örtük alt metinleri, üst düzeydeki görüntü estetiği, filmin kaotik ruhuna son derece uygun düşen müzikleri ve eşsiz bir Johnny Depp oyunculuğunda yatıyor.

Jarmusch, öteki filmlerinde (Night On Earth, Ghost Dog:The Way of the Samurai, Down By Law, Mystery Train, Stranger Than Paradise) ortaya koyduğu yalın, duru ve minimalist anlatımı Dead Man’de de sürdürüyor. Yalnız bu filmin öteki filmlere oranla daha karanlık ve kaotik bir ruha sahip olduğunu kabul etmeliyiz sanırım.

Film, çok sevdiğim Henri Michaux’dan bir alıntıyla başlıyor : “It is preferable not to travel with a dead man”. Tüm ailesinin yakın zaman önce öldüğü, nişanlısının kendisini terk ettiği, işsiz, kısaca kaybedecek hiç bir şeyi kalmayan Clevelandlı sünepe muhasebeci William Blake, bir iş teklifi sonucu trenle cehennemî bir kasaba olan Machine Kasabası’na gelir. Üstündeki palyaçovari kostüm, endişe ve kendine güvensiz tavırları, trendeki insanlar ve yolculuk boyunca çevrede gözlemledikleriyle keskin bir tezat oluşturur. Blake’in indiği Machine kasabası da acımasız, vahşi ve sefil bir hayatın hüküm sürdüğü, sömürüye açık bir kasaba olarak resmedilir. Filmin henüz başlarında yaratılan bu kafkaesk atmosfer, Blake’in MetalWorks’a gidip, iki ay önce eline geçen ve kendisine iş sözü veren mektubu göstermesi, ailesinin cenazesinden sonra onca yolu gelmek için her şeyini sattığını söylemesi ancak karşılığında MetalWorks’ün çalışanları ve patronu Dickinson tarafından alay ve tehdit yoluyla geri püskürtülmesi, deyim yerindeyse boyunun ölçüsünü alması, Kafka’nın Şato’sunda K.’nın bir köye kadastro memuru olarak atanması, ancak köyü kontrol altına tutan Şato’ya bir türlü yaklaşamaması, hiçbir görevlinin kendine yardım etmemesi, kimseye derdini anlatamaması ile ilerleyen kaotik ortamı andırmaktadır.

Sonrasında Thel adındaki çiçekçi kızla kısa süren, sonu kan ve hüsranla biten tek gecelik bir aşk hikâyesi yaşar Blake. Dickinson’un oğlu ve Thel’in uzun zamandır ortalıklarda görünmeyen uzatmalı nişanlısı Charlie, Thel ve Blake’i yatakta yakalar. Charlie, Blake’i vurmak isterken araya Thel girer ve vurulur. Fakat Blake de yaralanmıştır. Bunun üzerine o da Charlie’yi vurur. Kaçmak için Dickinson’ın olduğunu bilmeden atını çalar ve gecenin bir yarısı kimselere görünmeden olay yerinden uzaklaşır.


Filmin dramatik kırılma noktası da burada çizilir zaten. Blake, yolda karşılaştığı ve kendisini tedavi eden Nobody (Hiçkimse), -kendisine böyle hitap edilmesini istemiştir-, isimli bir kızılderiliyle birlikte hem Dickinson’ın peşine taktığı adamlardan kaçar, hem de bu kaçış serüveniyle koşut olarak film boyunca süren ruhani bir yolculuğa çıkar.

Birçok sahnede salt görüntülere ve müziğe sırtını yaslayan Dead Man, temel sorunsallarını ve filmle ilgili ipuçlarını Nobody ve Blake’in şiirsel diyaloglarında ortaya koyar. Nobody Blake’e sorar:

Nobody: Seni öldüren beyaz adamı öldürdün mü?
Blake: Ben ölü değilim.

Nobody, Blake’in adının William Blake olduğunu öğrenince şaşkınlığını ve hayranlığını gizleyemez :

Nobody: Öyleyse sen ölü bir adamsın.

Blake’den birkaç dize okur ve devam eder

Nobody: Sen bir şair ve ressamsın, ve şimdi beyaz adamların katilisin.

Blake’in ölü olması meselesi ve şairliğiyle ilgili noktalara tekrar döneceğiz. Ben burada lafı başka bir yere getirmek istiyorum. Doğu-Batı kültürlerini karşılaştırıp, Batı kültürü aleyhine sert ve iğneli çıkarımlar yapan Ghost Dog gibi Dead Man de bu kez bir şehir kültürü arkaplanında değil ama “western-yaban” kültüründe Batı kültürünün temel değerlerini (sömürü düzeni, yok etme, şiddet, materyalizm vb.) eleştirmekten kaçınmıyor:

Nobody: Takip ediliyorsun William Blake
Blake: Emin misin? Yani, nerden biliyorsun?
Nobody: Beyaz adamın kötülüğünün kokusu ondan önce gelir hep.


Az önce Nobody’nin karşısındaki adamın adının William Blake olduğunu öğrenince şaşkınlığını ve hayranlığını gizleyemediğinden bahsetmiştik. Avlanma kültürüyle yaşamını sürdüren Nobody’nin Blake’i ezberden şiirler patlatacak kadar tanımasının sebebini ise Nobody’nin hayatının önemli kesitlerini anlattığı daha doğrusu “Beyaz Adam”dan nefretinin sebebini dışavurduğu uzun ve enfes monoloğundan öğreniyoruz. Daha küçük bir çocukken İngiliz askerlerinin saldırısına uğramış, kafeslere tıkılıp sergilenmiş ve alay konusu olmuş, sonra bir gemiye bindirilip İngiltere’ye gönderilmiş ve Blake’in eşsiz şiirleriyle burada tanışma fırsatı bulmuş Nobody; karşısındaki adamın o şiirlerine hayranlık duyduğu William Blake olduğuna kesinlikle inanmış, bir yandan Blake’i geldiği yere, sonsuzluğa, ölümsüzlüğe, acıların olmadığı ve ruhunun ait olduğu cennete geri göndermek için çaba gösterirken, bir yandan da onu ruhanî bir yolculuğa çıkarmış, onda tam anlamıyla bir kişilik dönüşümü yaşatarak Beyaz Adamlardan (kurulu düzenden, otorite sahiplerinden, şiddet savunucularından, kötülüklerin esas kaynağından) intikamını, çağın ve içinde bulundukları acımasız ortamın koşullarına uyarak, kendi eliyle alması için ona güç ve moral vermektedir.

Nobody: Bu silahı nasıl kullanacağını biliyor musun?
Blake: Pek değil

Nobody: Bu silah senin dilinin yerine geçecek. Onun aracılığıyla konuşmasını öğreneceksin, ve artık şiirin kanla yazılacak.

Filmdeki Blake’in 18. YY İngiliz romantik şiirinin en önemli temsilcilerinden, aynı zamanda ressam William Blake’in yaklaşık olarak 100-150 yıl sonra yeryüzünün başka bir coğrafyasında ve başka bir kişilikle yeniden dünyaya, sürgüne gelmiş hali olduğunu düşünerek izlemek ve bu izlek üzerinden çıkarımlar yapmak izleyiciye kalmış bir tercih. Bu iddiasız yazının amacı filmde buna ilişkin kesin tespitlerde bulunmak ve gerekçeler göstermek değil. Zaten Jarmusch da kendisiyle yapılan bir röportajda William Blake’in senaryoya ve filme girmesinin kesin ve net bir sebebinin olmadığını söyler ve sadece Blake’in fikirlerinin ve şiirlerinin Amerikan Yerlilerinin ruhunu taşıdığı düşüncesinin kendisinde birden uyanmasını gerekçe gösterir. Önceleri şiirden anlamadığını, ölü olmadığını söyleyen pısırık, korkak, sünepe Blake’in Nobody sayesinde geçirdiği ruhsal dönüşümün de etkisiyle William Blake olmaktan, onun ruhunu benliğine giymekten memnuniyet duyduğunu görürüz. Bu tarz bir okuma da filme daha farklı bir boyuttan bakmamızı sağladığı gibi daha geniş bir alımlama zemini de sunar. Önceden de belirttiğim gibi daha kapsamlı araştırmalar bekleyen bu iddiasız yazıda bu konulara fazla girmeyeceğiz ve filmdeki Blake’in Şair William Blake’le örtüşen birkaç özelliğine kısaca değinmekle yetineceğiz.

William Blake de yaşadığı dönemde bir devrimciydi. Henüz 22 yaşında Newgate Hapishanesi’ni yakan gruba katılıp otoriteye karşı olan nefretini kusmuştu. Devlete, kiliseye, statüye, toplumsal değerlere, otoritenin her türlü geleneksel kalıplarına karşıydı. Sanayi Devrimi’nin insanlar üzerindeki yıkıcı, hırpalayıcı etkilerini görüp isyan ediyor, sürekli olarak iyi bir topluma ulaşma ülküsü güdüyordu. Doğaya yabancılaşmamış bir yaşam sürebilmek onun için önemliydi. Dead Man’deki William Blake de Nobody sayesinde çıkmış olduğu bu ruhani yolculukta eski kimliğinden gittikçe uzaklaşır; günlerce ormanlarda yatıp kalkar, ateş yakar, yüzünü boyar, yaralı ceylanların yanına uzanır, Kızılderili felsefesine uygun bir takım ritüellere uyarak doğayla iç içe bir yaşam sürer. Tabi buradaki “Doğa” Rousseau’nun “Doğa” kavramına yüklediği anlamdan biraz farklı. Kastedilen vahşi bir doğadır. Kendi ölüsünü ya da dirisini getirenin bu yoksullukta yüksek bir meblâğ ile ödüllendirileceği, vahşiliğine yine insanın daha doğrusu “Beyaz Adam”ın neden olduğu bir doğadır. Ancak bu tehlikeleri göze almadan, hayatın bu acımasız gerçekleriyle yüzyüze gelmeden, bu sınavı vermeden, mücadele etmeden ölümsüzlüğe, sonsuzluğa kavuşulamaz, bu ruhsal dönüşümü geçirmeden bizim Blake gerçek anlamda şair William Blake olamaz. Tek bir farkla: Bir asır önce kalemiyle mistik şiirler yazan, yine kalemiyle cehennemsi resimler yapan, isyancı ruhunu bu yolla dizginleyen Blake, artık kanla yazmaktadır şiirini.


Bir süre doğada tek başına yaşar, tehlikeleri tek başına göğüsler Blake. Peşindeki adamları öldürür. Sonra tekrar Nobody ile karşılaşırlar. Nobody onu ölümsüzlüğe, sonsuz yolculuğuna uğurlamaya kesin olarak niyetlidir:

Nobody: Seni sudan yapılmış köprüye götüreceğim. Ayna. Sonra da dünyanın bir sonraki seviyesine götürüleceksin. William Blake’in geldiği yer. Ruhunun ait olduğu yer. Denizin gökyüzüyle buluştuğu yerdeki aynadan geçtiğinden emin olmalıyım.

Nehirde uzun süre kano sürerek Nobody’nin kabilesine gelirler. Fakat çarpıştığı adamlardan birinin kurşun darbesiyle yaralanmıştır ve kan kaybetmektedir. Blake’e uzun yolculuğu için büyük ve dayanıklı bir kayık yapar. Blake yorgun, bitkin, şaşkın ve ne olup bittiğini tam anlayamaz bir haldedir:

Nobody: Artık ayrılma zamanı William Blake. Geldiğin yere geri dönme zamanı.

Blake: Cleveland’a mı?
Nobody: Tüm ruhların geldiği ve geri döndüğü yere. Bu dünya artık seni ilgilendirmeyecek.

Nobody, Blake’in kayığını denize sürer ve onu sonsuzluğa uğurlar. Blake artık uhrevî olana doğru yürürken Blake’i arayan son tetikçi (Beyaz Adamlardan biri öteki ikisini öldürmüştür) kıyıda Nobody’e ateş eder. Nobody de onu vurur. Dünya radikal anlamda kötü bir yer olmaya mahkumdur ve son yolculuğunda bile bu acı gerçeğe şahit olmak zorundadır Blake.

Aslında Blake’in ölümsüz olmak, sonsuzluğa ulaşmak gibi ülküleri yoktur. Ancak; biraz iddialı kaçmazsa Nobody için onu sonsuzluğa uğurlayan, ölümsüz hayata yolcu eden modern bir Utnapiştim diyebiliriz belki.

Sözün kısası, Dead Man, Jarmusch’un kesinlikle en önemli filmlerinden biri. Kanımca, Mystery Train ve Ghost Dog’u da yabana atmamak kaydıyla belki de en iyi filmi. Üzerine daha fazla çalışmayı hak eden, ince metaforlarla ve alt metinlerle yüklü, yıllar sonra da aynı keyifle izlenecek önemli bir film. Geleneksel ve mistik motiflerle yüklü modern bir aşkınlaşma hikâyesi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder